Dil-Düşünce İlişkisi

Dil-Düşünce İlişkisi

06.05.22
06
Zeynep Sude  ÇETİN
Zeynep Sude ÇETİN
Tüm Yazılar

Dil ve düşünce arasındaki ilişki geçmişten günümüze sıkça tartışılmış kapsamlı bir şekilde incelenmiş bir olgudur. Dil ve düşünce birbirini besleyen, birbiriyle beslenen birbirini tamamlayıp anlamlı hale getiren kavramlardır. Dil insanı insan yapan değerleri, kültürü, duyguyu, düşünceyi ve inancı oluşturur. Bütün bu kavramların devamlılığını kuşaktan kuşağa aktarımını sağlar. İnsan olmanın temel şartlarındandır çünkü insan hayvan arasındaki farkın en önemli sebebidir. Düşünce ise zihinsel bir faaliyet, iç konuşmadır.

            George Orwel’ın 1984 romanında dil ve düşüncenin ne kadar birbirine bağımlı şeyler olduğuna defalarca şahit oluyoruz. Romandaki totaliter devlet Okyanusya’nın kendi amacına uygun bir dil üretmesi bunun en büyük kanıtıdır. Yenisöylem adı verilen bu dilde isyan, özgürlük gibi pek çok kavramın karşılığı yoktur. Bu dilde insanların İngiliz Sosyalizmi’ni sorgulamasına yol açabilecek bütün kelimeler yasaklanmıştır. Bu şekilde zamanla insanlar kullanmadıkları kelimeleri düşünmeyecek ve zihinlerinden temizleyecektirler. Rejimin tehlikeli gördüğü sözcükleri dilden temizlemesi karşı oldukları kavramları önce dilden sonra zihinden temizlemek istendiğinin yani birbirine sıkıca bağlı şeyler olduğunu gösteriyor. Kitapta bu durum Yenisöylem’in amacı tek ve egemen görüş ve ideoloji olan İngsos’un itaatkâr, destekçi ve izleyici kişiler Oluşturup bu kişilerin dünya görüşü, farklı fikirlerini tamamen ortadan kaldırıp diğer tüm düşünce biçimlerini olanaksız kılıp Eskisöylem’i ortadan tamamen kaldırmaktır. Dil kısıtlanıp zamanla bununla paralel düşüncede daralıp kısıtlanmıştır. Bunu yaptıkları taktirde her türlü sapkın düşünce ve davranışı yok edeceklerine inanmaktadırlar. Bu inanışın dayandığı temel, dil olmadan düşüncenin kavranamayıp ve daha sonra dilde olmazsa düşüncede de olmaz inancıdır. Dilsel olarak var olamayan kavramların bilinçten, inanıştan ve istekten yoksun kimselere dönüşmesi savı, düşünceyi varlık bakımından dile bağlar. Bu şekilde de Orwell bize dilin ne kadar önemli olup bizi biz yapan düşünce dünyamız ve bilincimizi oluşturan şey olduğunu anlatıyor.

Orwell’ın yarattığı distopyada totaliter bir merkezi tek Parti’nin yönetiminde korku duygusuyla bireysel benliği, özel hayatı, özgür düşünceyi tamamen yok etmiş ve buna direnmeye çalışan Winston sonunda sistemin parçası olmaktan kaçamamıştır. Partinin lideri olan Büyük Birader tanrı sallaştırılmış bir lideridir. Her yerde resimleri var. İnsanları her yerden sürekli izleyen tele ekranlar var. Mimikler, duygu ve düşünceler, söylediğiniz yaptığınız her şey izleniyor. Bu tele ekranlardan zaman zaman Büyük Birader çıkıp propaganda yapıyor. Totaliter yapı halkın kontrol altında tutmayı hedefleyip iletişimi ve düşüncesi sınırlamış. Bunların yanında ‘çifte düşün’ anlayışıyla karşıtlık içeren sözcükler partinin kast ettiği anlamı anlatmaktadır. Böylelikle partinin zıttı düşünce ortaya çıkmayacaktır. Bu sistemde doğruyu yanlışla değiştirip sonra yanlışın doğru olduğuna inanıyorlar. Burada hem bir bilinç hem de bir bilinçsizlik söz konusudur. Bu sistemde asıl mantık geçmişi elinde tutan geleceği de elinde tutar, şimdiyi elinde tutan ise geçmişi de elinde tutar düşüncesidir. İnsanlar zamanla kendilerine de yalan söylemeye başlıyor. Romanda sıkça geçen düşünce polisleri otoritenin aleyhine düşüncesi olanları yakalayıp etkisiz hale getirir. Parti medyayı çok etkili bir şekilde kullanıyor, beyin yıkama politikasıyla halkı etkilemek için elinden geleni yapıyor ve sürekli parti yayınları yapıyor. Kitaplar tekrardan yazılıyor ve özgür sözcüğü önce kitaplardan sonra akıllardan siliniyor. Dilimizde olmayan bir şeyi düşünemediğimizin en güzel örneği ‘free’ kelimesinin önce sözlüklerden çıkarılıp halka unutturulması oluyor.

Dil insanı insan yapan ve hayvandan ayıran çok önemli kültürel aktarımı sağlayan bir unsurdur. Dilsiz insanın hayvandan farkı kalmayacağı inanışı uzun yıllarca üzerinde hem fikir olunmuş düşüncelerdendir. Aslında bu romanda insanların diline ve düşüncesine gelen tüm bu kısıtlamalar insanları hayvanlaştırmaya itmiştir. Toplumun en alt tabakasını oluşturan ve herhangi bir düşüncesi siyasi fikri olması istenmeyen grup Proleterlerdir. Proleter sınıfı evlenebiliyor, âşık olabiliyor, çocuklarını sevebiliyor. Ama dış ve iç parti üyelerinde durum böyle değildir. Kendi çocukları tarafından ihbar edilebiliyorlar ve sonra düşünce polisleri bu insanları yok ediyor. Zamanla insan bu sistem yüzünden bilinçli bir şekilde bu partiye tapınmaya başlıyor ama aslında burada bile bilinçsizliği ve düşünce kısıtlamasını görmekteyiz. Çünkü insan zamanla kendisine sunulan sosyal ve siyasal sisteme inanmaya mecbur kalıyor. Dilinde olamayan bir şeyi düşünemiyor, düşünemediği bir şeyi söyleyemiyor ve zamanla düşünmeyi de unutuyor.