Türkiye’de Kimyanın Gelişimi ve Tarihçesi
15.11.20 15

VURAL MERT GÜNGÖR
Tüm YazılarTürkiye’de Kimyanın Gelişimi ve Tarihçesi
***
“…Gönlü sağlam olmayan adamdan bilim adamı da çıkmaz.”
Oktay Sinanoğlu
***
Gönül nedir? Gönül insanı olmak ne demektir? Bunları tanımlamadan bilim insanı ve bu bağlamda kimyacıyı, Türk kimyacılarını, tanıtmamız anlamsız olur. TDK ya göre Gönül: Sevgi, düşünüş, istek, anma, hatır gibi kalpte oluşan duyguların kaynağıdır. Gönül adamı ise kalpte oluşan bu duyguları kendinde barındıran kimsedir.
Hemen bir misal verecek olursak (uzaklara bakmamıza gerek yok) insanlık tarihinin en büyük gönül insanlarından biri Mevlana Celaleddin-i Rumi yanı başımızdan seslenir bizlere “..Gel ne olursan ol yine gel…bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir…”Bir gönül insanı olan Mevlana asırlar öncesinden, aziz milletimizin iç dünyasındaki “gönül” fikrini canlandırmıştır. Yine asırlar sonrası bu düşünce yaşadığımız topraklarda yeniden yeşermeye başlamış; gönüllü olmak nedir Çanakkale’de, Kurtuluş savaşında ve binbir cephede dedelerimiz, ninelerimiz bunu göstermiştir.
Yaklaşık yarım asır evvel Türkiye Cumhuriyetinin yetiştirdiği mühim bilim insanlarından Oktay Sinanoğlu, bu milletin bağrında yatan şeyin gönüllü olmak olduğunu ve gönüllü olanın ancak bilimde muvaffak olabileceğini işaret etmiştir. Bilim yapmak için esasında istekli, gönüllü olmak şarttır; çünkü uzun ve meşakkatli bir yoldur.
Türkiye’de bilimsel çalışmalar ve bu kapsamda kimya çalışmalarının serüveni de büyük zorluklar, maddi imkansızlık ve eleman yetersizliği ile başlamıştır. Osmanlı devletine miras kalan bilgiye ve alime önem verme vasfı zaman içinde birtakım kimselerin yanlış düşünceleri yüzünden yok olmaya yüz tutmuş fakat bunun yanlış olduğunun farkına varan asker ve ulemadan kimseler kendilerini geliştirmiş, Avrupa’ya giderek ve öğrenci yollayarak bir takım çalışmalar yapmaya başlamıştır.
Genel olarak tarihe göz atacak olursak : “1700’lerde kimya ile ilgili bilgi aktarımları pratik ve askeri amaçlıdır. Aktarılan bu bilgilerin temel nitelikte olduğu ve özet düzeyde geçildiği düşünülmektedir. Bununla beraber 19.yy da Kırımlı Aziz Bey ve Derviş paşanın öncülük yaptığı özgün eserler oluşturma çabaları ; Türkiye’de ilk ciddi bilimsel kimya araştırmalarının başlangıcı sayılabilir. Kırımlı Aziz Bey’in Kimya-ı Tıbbi adlı eseri önem taşımaktadır. Kırımlı Aziz Bey bu yapıtının ilk sayfalarında kimya tarihinden de söz etmektedir.”
1793’de kurulan Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’un (İ.T.Ü) Başhocası Hoca İshak Efendi Mecmua-i Ulum-i Riyazî adlı yapıtının son cildinde “ilm-i hallü terkib-i ecsam (cisimleri çözümleme ve bireştirme)” adını verdiği kimyadan söz eder. İshak Efendi 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başı arasındaki dönemde Batı kimyasının gelişimini izlemiştir.
1806’da Paris’e Büyükelçi olarak gönderilen Seyyid Muhib Efendi, burada fizik ve kimya laboratuvarlarını gezmiş ve bu gözlemlerini seyahatnamesinde anlatmıştır. Kimya formülleri ve denklemleri konusundaki yeni bilgileri ilk aktaran İshak Efendi’nin öğrencisi kimyager Derviş Paşa (1817-1879) olmuştur. Onun Usûl-i Kimya adını taşıyan anorganik kimya kitabı oldukça önemlidir. Kitap iki cilt olarak tasarlanmış ancak
kitabın birinci cildi basılabilmiş, diğer cildi ise basılamamıştır. Kitabın
birinci cildinin ilk bölümünde ametaller ve bileşikler, ikinci bölümünde ise
metaller incelenmiştir.Kitabın arkasında dört levha vardır. Bu levhalarda
kitapta bahsedilen çeşitli maddelerin elde edilişlerine ilişkin düzeneklerin
şekilleri yer alır. Bu şekillere göre şu laboratuvar aletleri kullanılmıştır: “Odun kömür ile yakılan kubbeli fırın ve ocak
(maltız),ispirto ocağı, kısa boyunlu ve yuvarlak dipli balonlar, çeşitli
emniyet boruları, welter borusu, iki boyunlu, yuvarlak dipli balonlar ve
çeşitli statif ve tutucular…” 1844’de ise bir
darülfünun(fen okulu) kurulması düşüncesinin ortaya atılmasından sonra hazırlıklar uzun süre
sonuçsuz kalınca Derviş Paşa bir ara Paris’e gitmiş ve dönüşünde yine derslere
devam etmiştir. Bu arada pek çok laboratuvar aygıtı satın alınmış ve bir
laboratuvar kurulmuş, ancak kurulan laboratuvar Ayasofya yangınında yanmıştır.
1850’de basılan ve İshak Efendi’nin öğrencisi olan Bostanîzâde Hacı Bey’in
eseri olan Kimya aletlerinin el kitabı ise ayrı bir önem taşımaktadır.
Kimya laboratuvarlarında kullanılan yirmi bir alet ve cihazın resimlerini, tarif
ve isimlerini veren ve Fransızcadan çevrilmiş olan bu risâle, bir laboratuvar
el kitabı olması açısından ilginçtir. Kitap, öğrencilerin bu aletleri
tanımaları ve deneylerde kullanmaları amacıyla yazılmıştır.
Böylece 1850’lerde Mühendishâne’de bir kimya
laboratuvarının mevcut olduğu öğrenilmektedir.
Derviş Paşa’nın Usül-i
Kimya’sından 20 yıl sonra yayımlanan Kırımlı Aziz Bey’in Kimya-ı Tıbbi kitabı
ikinci Türkçe kimya kitabıdır. Kitapta kimyasal işlemlerde kullanılan
laboratuvar aletleri “Tecrübe-i kimyeviye de kullanılacak olan alet ve edevatın
tarifi
beyanındadır” başlığı altında resimleriyle
birlikte ayrıntılı olarak anlatmıştır. Bu kitabın birinci cildinde 16 başlık altında
temel laboratuvar aletlerinin resimleri ve tasvirleri yer almaktadır. İkinci
cildinde ise, optik bir alet olan spektroskop ve spektral analizi ile ilgili
bilgiler yer almaktadır. Spektroskop 1859’da Robert Wilhelm Bunsen (1811-1899)
ve Gustav Kirchhoff (1824-1887) tarafından geliştirilmiş ve kimyaya uygulanmıştır.
Kırımlı Aziz Bey kitabında lityum ve bileşiklerini anlattıktan sonra spektral
analize geniş yer ayırmış, spektroskobun yapımı ve kullanılmasını ayrıntılı bir
şekilde anlatmıştır.
***

1899
yılında kurulan Darül-fünun-u Şahane (günümüzde İstanbul üniversitesi Fen
Fakültesi) Türkiye’de temel bilimlerin ilk akademik çalışmalar yapmaya
başladığı bir kurumdur.Kendi içinde alanlara ayrılmış olup; 1918-19 yıllarından
itibaren sistematik başlayan Kimya öğretimi ilk mezunlarını 1919 yılında vermiş
olup Türkiye’de “Kimyager” diplomalı ilk öğrencilerdir.Bu öğrenciler arasında en büyük
başarıyı bir kadın kimyager, biliminsanı olan Remziye Hisar sağlamıştır. 1919 tarihinde okulun Darülfünun'a
hazırlamak üzere oluşturduğu iki sınıflık bölümünden birincilikle mezun oldu ve
ardından Sorbonne’dan doktora derecesinde
mezun olan ilk kadın olmuştur. Kimyayı seçme nedenini bir röportajında "Fen
derslerinde kanunlarda olsun, buluşlarda olsun hep yabancı isimler görmek beni
kahrediyordu. Fen alanında bir tek Türk ismi görememenin ezikliğini, bu dalda
başarılı olursam giderebilirim sanıyordum"cümleleriyle
açıklamıştır.
Türkiye’de
kimya bilimi diğer temel bilimlere nazaran daha fazla uygulama alanı
bulmuştur. Petrol sanayi,endüstri ve birçok alanda Kimya bilimi yer almaktadır.
Bununla beraber üniversitelerimizde ciddi akademik çalışmalar mevcuttur ve TUBİTAK ile bilimsel kurumlar tarafından desteklenmektedir.
Tüm hayatını gönüllü olarak bilime ve insanlığa vakfedenlerden birisi de ve kendisi "Bir
Türk’ün bilim kitaplarında keşfettiği bir şeyin yer almasının gurur verici
olacağına inandığı" için “sonsuz çalışma azmiyle dolu olduğunu” ifade eden Aziz
Sancar ; aldığı Nobel Kimya Ödülüyle(2015) tüm dünyada Türklerin bilimde neler
başarabileceğinin bir sembolü olmuştur. Prof. Dr. Aziz Sancar Hücrelerin hasar gören DNA'ları nasıl onardığını ve genetik bilgisini koruduğunu haritalandıran araştırmaları
sayesinde Nobel Kimya Ödülü'nü kazanmıştır.
"Kimyanın gelişimi ve tarihçesi hakkındaki yazılarımın sonuna gelmiş bulunmaktayız fakat "Kimyanın ve doğal olarak bilimin serüveni devam etmektedir...edecektir.
Allah'a emanet olun, hoş çakalın...
Kaynak
https://www.biyografya.com/biyografi/2401
https://turchemsoc.org/tarihce/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Remziye_Hisar
https://api.w4an4n4art.com/storage/p4ost/2018/02/Oktay-Sinano%C4%9Flu-wannart-1024x688.jpg
http://4.bp.blogspot.com/-jOtTdReNKzI/VmwvZE7IDtI/AAAAAAAADow/TOkyEvTPnyM/s1600/Aziz%2BSancar.jpg